16 Aralık 2010 Perşembe

Sebebi Spock !



Kaç yaşındaydım tam hatırlayamıyorum ama televizyonda reklâmların dışında seyrettiğim tek dizinin Uzay Yolu olduğu yaşlardaydım. İkizim Kerem’le, televizyona bizimkilerin müsaade ettiği kadar yakın oturup gözümüzü kırpmadan izlerdik Atılgan’ın benzersiz yerlerdeki benzersiz maceralarını… Kaptan Kirk önemli şahsiyetti ama benim favorim Mr. Spock’tı.

Annesi insan, babası Vulcanlı, yeşil kanlı, duygusal reaksiyon vermeyen bu subay, ekibin başı sıkıştığında sakin kalabilmesi ve rasyonel kararlarının yanı sıra farklı bakış açısıyla da açmazları çözebiliyordu… Yıllar sonra orijinal “Uzay Yolu” dizisinin ilk 3 sezonunu DVD’de izlediğimde Spock’ın neredeyse hiç haksız çıkmadığını sıklıkla çözümü bulan Atılgan subayının o olduğunu, nostaljik bir keyifle anımsadım.

30 yıldan fazla zaman geçmiş üstünden… Sonra bir tatlı hüzün çöktü üstüme biraz muhasebesini yaptım geçen zamanın. Neredeyse tüm arkadaşlarım bu 30 yıllık zaman içinde evlenmeyi ve akabinde boşanmayı başardı. Boşanmayanlarsa genellikle mutsuzlar ve çocuklarının yüzü suyu hürmetine birbirlerine katlanıyorlar.

Kendi geçmişime baktığımdaysa 4 sene ve 13 ay süren iki tane uzun diyebileceğim ilişki var… Evlilik mevzu-bahis dahi olmadı, 26 yaşındayken aklımdan geçse de ne böyle bir niyetim ne de planım oldu. Gördüğümde kalbimi gümbürdeten kadınlar oldu ama deliler gibi aşık olduğumu söyleyemeyeceğim. En uzun ilişkim terk edilmek suretiyle bitse de ardından ağlamadım, kendimi paralamadım, ya da teselliyi alkolde, ıvırda-zıvırda aramadım… Sonuçta; “Hayat akıp giderken, ben de keyfini çıkardım.” diye özetlenebilir geçmişim.

Sırf ilişkiler mi?

Elbette hayır! 1976’da ben 5 yaşındayken dedem, 2 yıl sonra da anneannem öldü. Küçüktüm pek bir şey anlamadım ama etrafımda dövünen insanlara da “N’oluyo len?!” diye baktığımı hatırlıyorum. Sonra lisedeyken iki yakın arkadaşım öldü. Bunlardan biri her gün görüştüğüm, her haltı paylaştığım, birlikte müzik yaptığım, ailesiyle aile gibi olduğum gerçek bir dosttu… O sarstı biraz; üzüldüm, kızdım, “Haksızlık” dedim falan… Ama onu da uzatmadım ve zaman içinde fark ettim ki o zamanki duygusal reaksiyonum, dostumla dost olan arkadaş çevremin tepkilerini taklit etmekten kaynaklanmış.

Sonra dayım öldü… Hiç unutmuyorum kuzenle Ankara’da öğrenci evi paylaşıyoruz. Eve geldim okuldan, kuzenim “Gel bakalım, otur istersen bir şey söyleyeceğim” dedi. Dedim ki; “Kim gitti?” Yok “Oraya otur - buraya uzan - şöyle yat istersen” falan… Geçiniz! Kim öldü, söyle gitsin işte…

Sonra annem uzun süren bir hastalık dönemi geçirdi… Anneciğimin ve sevgili babamın neler çektiğini anlatmak için yeterli kelime yok dünya dillerinde… Elden geldiğince destek oldum onlara ve yaşadığımız şey ne kadar boktan olursa olsun hep gülümsedim… İşimi hiç aksatmadım ki fikirlerle kazanıyorum hayatımı… Sonra öldü annem… O ölmeden yaklaşık bir yıl önce, doktorlar “Terminal süreç başladı” dediklerinde babama “Sen de hazırla kendini” demiştim mesela… Bu kadar soğukkanlı olduğuma kendim de inanamamıştım!

Uzatmayayım… Ne olursa olsun, ağlamaklı bir suratla dolaşmayı da; halimden şikâyet etmeyi de, yakınıp kendimi acındırmayı da, abartılı bir biçimde üzülmeyi de anlamsız buldum hep.

Etrafımdaki herkes neredeyse hayatlarındaki her haltı dramatize edip, biteviye şikâyetler silsilesi sıralayıp dururken… Bırakın sevgiliden ayrılmayı, sevgiliyle yaşanan her tartışmada karalar bağlayıp kadınsa kağıt mendillere, erkekse kadehlere sarılırken etrafımdakiler, bu ve benzeri reaksiyonları anlamakta güçlük çekiyordum ben.

Dert/tasa tamam da, eğlencede/neşede nedir durum?

Salak gibi sırıtarak “kapı ziline oynayan” bir adam değilim… Ama zekâyla bakınca cenazelerde bile inanılmayacak kadar matrak ve eğlenceli anlar olduğunu fark ediyor insan. Hayatın her anından keyif almak, her yerde ve her ortamda -tadında- eğlenmek mümkün oldu benim için…

İşte birçok arkadaşımın zaman zaman deliymişim gibi bakmalarına sebep olan bu hayat görüşünün muhasebesiydi yaptığım… O muhasebeyi yaparken anımsadığım şeylerden biri de 4 yıllık ilişki yaşadığım, dünya tatlısı ve hiç çekinmeden “hayatımda gördüğüm en akıllı kadın” diyebileceğim kız arkadaşımın sarf ettiği bir cümleydi: “Ne kadar rasyonelsin!”… İtiraf etmeliyim ki o yıllarda "Bir insanın rasyonel olması"nın ne demek olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. “Ha, hı” deyip onaylamak suretiyle anlamış gibi yapmış ve derhal eve gidip sözlükten “Ne diyor len bu kız?”ın cevabına bakmıştım.

Sözün özü

Neredeyse duygusal reaksiyonum yok diyeceğim… Durum o kadar “rasyonel” yani! Bunun sebebinin ne olduğunu kurcaladığım zaman çeşitli nedenler buldum hayatımda:
-         Babamın da her konuda mantık yürüten yapısı ve kardeşimle beni öyle yetiştirmesi…
-         İşimin bir anlamda “matrak/sıra dışı fikirleri, o fikirlerden hiç haberi olmayanlara mantıklı bir biçimde anlatmak” olması…
-         Küçüklüğümden beri yazı yazmayı sevmem ve bunun da ancak mantıklı bir akışla mümkün olması.
Falan filan…
Ama aklıma gelen ilk sebep Mr. Spock oldu, yemin ederim!

Sözün özü şudur eski-yeni tüm yavuklular:
Rasyonelsem, sebebi Spock!