17 Aralık 2011 Cumartesi

Kutunun Dışı...


“Her şerde bir hayır vardır” derler ya…
Vardır da görmesini bilene; görmek isteyene…


Reklamcılık yıllarımda, başında olduğum yaratıcı ekiplerdeki arkadaşlarıma sık sık hatırlattığım bir şey vardı: “Kutunun dışından bakmıyorsanız reklamcı olamazsınız. Çünkü reklamın; zaman zaman radikal, bazen sivri, bazen çarpıcı, yeri geldiğinde şoke eden bir tarafı olmazsa, o reklam olmaz; ‘duyuru’ olur ve sayısız ürün/hizmet/marka duyurusu arasında kaybolup gidersiniz. İşte bu yüzden fikirleri aramanız gereken yer ‘kutunun dışı’dır”.

Hayatın da aynen böyle olduğuna inanıyorum; kutunun dışından baktığınız her an bir mucize olur! Konuya girmeden önce bilmeyenlere bir ufak bilgi vereyim kendime dair: Ben son derece koyu bir Fenerbahçe taraftarıy(d)ım. O parantez içindeki “d”nin anlamı da şu; hala taraftarım ama artık koyu değilim. Şimdi şike olayından bahsedeceğim biraz.



Ama bu bir futbol yazısı değil
Sonuna kadar sabredin derim…
Şu şike hadisesinde de kutunun dışından bakılabilseydi, bambaşka bir durum yaratabilirdi Türk futbolu kendine… “Herkes onlarca yıldır şike yapıyor, ne var bunda?” diyenlerden de “Herkes yapıyor ama Fener yakalandı, oh olsun!” diyenlerden de değilim… Aslına bakarsanız; kişisel gelişimle profesyonel anlamda ilgilenmeye başladığımdan bu yana da futbol oyununa ilgim sürerken “koyu taraftar” kimliğimden giderek sıyrılmaya başladım… Belki de bu taraflılıktan uzak bakış açısı beni “kutunun dışı”na çıkardı…

Keşke bu şike olayı ilk patladığında, hemen küme düşürselerdi Fenerbahçe’yi… Düşüremediler çünkü yayıncı kuruluş da Kulüpler Birliği de “Süper Lig’in marka değeri düşer!” felaket tellallığıyla kafa kola aldılar Türkiye Futbol Federasyonu’nu. O markaj hâlâ sürmekte, ligin sonunda da Fener’i düşürmemek için formül arıyorlar. Çünkü asıl dert ligin marka değeri falan değil; Fener düşerse tüm kulüplerin ve yayıncı kuruluşun gelirleri de düşecek.

Kaçan Büyük Balık
Gelir kaybetme korkularından dolayı futbolun keyfini kaçıran bu paragözleri dinlemeyip de Spor Hukuku’nun kendisine verdiği “şüphe dahi olsa cezai işlem uygulama” hakkını kullansaydı Federasyon ve medyanın, Kulüpler Birliği’nin, yayıncının, taraftarın tıkış tıkış doluştuğu o kutunun dışına atabilseydi kendini; bakın muhtemelen neler olacaktı:
1.) Belki Spor Toto Süper Lig’in “marka değeri” düşecekti ama futbolun tadı kaçmayacak, tam aksine Bank Asya 1. Lig’in kalitesi de marka değeri de artarak futbol keyfi büyüyecekti.
2.) Fenerbahçe Banka Asya 1. Ligi’nde oynadığından dolayı; 20 milyonun üzerinde Fenerbahçe taraftarı; muhtemelen hiç seyretmedikleri Bank Asya 1. Ligi’ni seyretmeye başlayacaktı.
3.) Medya’nın bu lige ilgisi artacak, 17 yeni takım ulusal medyanın merceğine girecek ve gündemde daha fazla yer alacaktı.
4.) Bank Asya 1. Lig’indeki takımlarda oynayan yetenekli futbolcular daha çok göz önünde olacaklar, kendilerini gösterme fırsatı artacak, aralarından bir kısmı Milli Takımda ve Süper Lig’de oynayabilme şansı bulacaktı.
5.) Bank Asya 1. Lig Takımları Fenerbahçe’nin bu ligde oynamasıyla şu anda kazandıklarından daha iyi para kazanacaklardı.
6.) Tüm bu olanlar futbol altyapısına yatırımı artıracak ve giderek düşmekte olan milli takım performansını yükseltecek gelişmelere neden olacaktı.

Ve daha kim bilir aklımıza gelmeyen ne gelişmeler yaşanacaktı… Büyük bir fırsat kaçtı. Bunun sebebi de sahip olduğunu bırakmaktan ya da kaybetmekten korkan, hadiseyi sadece “para” perspektifinden gören zihniyetten başka bir şey değil.

Vazgeçebiliyorsanız kutunun dışına çıktınız demektir!
Kutunun dışından bakmak;
- Sahip olduklarınızdan vazgeçecek kudreti,
- Bilinmeze adım atacak cesareti,
- Risk almayı sağlayacak gözü karalığı
- Ve elbette beklentilerimizin dışında gerçekleşmesi muhtemel bazı negatif sonuçları olgunlukla karşılayacak kalenderliği gerektiriyor.
Ama yukarıda da söylediğim gibi; kutunun dışından bakmak mucizelerin kapısını açan ve hepimizin her an yapabileceği harika bir seçim.

Hayır! "Çok yaratıcı olun", "Muazzam cin fikirlerle herkesi şaşırtın" ya da "Çok acayip icatlar yapın" falan demiyorum... Sadece seçimlerinizi rutini kırmak üzere yapın:
- Bir gün olsun hep gittiğiniz yolu değiştirin… Seçtiğiniz farklı bir yoldan gidin işe. Evren bize güzel sürprizler yapmayı sever: Tam da ihtiyacınız olan kişiye rastlarsınız belki.
- Arabanın içine hapsolup köprü trafiğinde beklemektense bir gün de vapurla geçseniz mesela karşıya… Kim bilir öyle bir şey görürsünüz ki ya ilham verir size ya da hiç bilmediğiniz bir potansiyelinizi fark etmenize neden olur…
- Hep döndüğünüz gibi eli boş değil de bir buket çiçek ya da bir şişe şarapla dönsenize bir akşam da eve. İnanın bana dünya değişir! Bambaşka bir kapı açarsınız ilişkinize…
- Bir pazar sabahı sizi baştan çıkaran yastığı fırlatıp bir kenara, sıcacık yorganın altından sıyrılsanız, erken kalkıp deniz kenarına ya da ormana yürüyüşe/koşuya gitseniz ne olur? 



Vücudunuza, zihninize, yüreğinize ve ruhunuza yaptığınız bu sürpriz cevapsız kalmaz, inanın: Farklı düşünmeye, farklı hissetmeye, hayata farklı bakmaya başlarsınız. Ve kutunun dışından bakmak yavaş yavaş alışkanlığınız haline gelir...

Ya da belki de hiçbir şey olmaz…
Sadece kendinizi iyi hissedersiniz. Yetmez mi?
Söylemeyi çok sevdiğim ve defalarca tekrarlamaktan hiç bıkmadığım gibi:
Denemesi bedava!

16 Aralık 2011 Cuma

2012'ye hazır mısınız?

 
22 Aralık 2011 Perşembe günü,
19:30'da
Nişantaşı'nda,
2012 ile ilgili bilgilerimizi paylaşalım,
neler olacağını, neler yapacağımızı konuşurken
eğlenceli bir akşam geçirelim isterseniz;
bildiklerinizi ve sevdiklerinizi de alın
ücretsiz seminerime buyurun derim...
Adres aşağıdaki flyer'da mevcut.
Tarif de şöyle:
Taksim yönünden gelirken, Harbiye Ordu Evi'nin oradan Nişantaşı'na doğru (Vali Konağı Caddesi'ne) girin. Hemen ileride; Ordu Evi'nin karşı sırasında (solda) Erciyas Apartmanı'nı (No: 17) göreceksiniz.
Katılımınızı;
info@tolgahanci.com adresinden
veya
https://www.facebook.com/vtolgahanciofficial sayfasından
bildirirseniz sevinirim...
Görüşmek üzere.

6 Aralık 2011 Salı

Yeniliğe direnç doğal, bilmediğine saldırmak cehalettir


Geçen hafta İstanbul’un önemli reklam ajanslarından birinin CEO’su twitter’da şöyle yazmış: Yaşam Koçluğu en kolay edinilen meslek olsa gerek. Son zamanlarda amma çoğaldı! Psikolog ve psikiyatrlara rakip oldular. Çok tehlikeli.

Bir insanın, tedavi amaçlı uzmanlık gereken bir alanda uzmanlığı olmadan hizmet vermeye kalkışması elbette tehlikeli bir şeydir. Ancak insanın durumu derinlemesine araştırmadan, bilmediği konularda “Ben yazdım oldu” kolaycılığıyla ahkâm kesmesi de aynı ölçüde tehlikeli değil mi?

Tanıdığım tüm koçlar yaptıkları işin psikologlar ve psikiyatrlarla karıştırılmaması gerektiğini söyler ve özenle işin tıbba giren bölümünden uzak durup; gerektiğinde danışanlarına çözümün kendilerinde olmadığını belirtip onları psikolog veya psikiyatrlara yönlendirirken, çalakalem yazdıklarıyla tüm koçları töhmet altında bırakmaya kimin ne hakkı var?

Bu ön yargılı gönderiye gelen cevaplara da bakalım:

1.) “Haklısınız da ne zaman böyle bir meslek oluştu, mesela pasaportta meslek kısmına yazılabiliyor mu?
2.) “İyi de bu etiketleri insanlar kendi kendine nasıl veriyor? bir eğitim sonrası "meslek" edinmiyor muyuz? Yaşam koçu eğitimi ne?
3.) “Bir de bilinçaltı uzmanlığı varmış. Anneannene anlatamayacağın işi yapmayacaksın.
4.) “Şarlatan hocaların modern versiyonu...

Sırayla cevaplayalım:

1.) Koçluk mesleği dünyada “oluşalı” çok oldu. 1. Dünya savaşı sonrası yaşanan büyük ekonomik buhran sonrası, bir tenis koçunun, koçluğu iş hayatına uyarladığı modelden hareketle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki büyük şirketlerin İnsan Kaynakları’na muadil departmanlarında (o dönemlerde, şirketlerde bu isimde bir bölüm bulunmuyordu) uygulanmaya başlayan bir takım teknikler zamanla geliştirildi. 1980’lerden bu yana da yönetici koçluğu ile başlayan kişisel koçluk (Yaşam Koçluğu) sürekli kendini yenileyerek gelişiyor.

Türkiye’de henüz meslek olarak kabul edilmiyor; yani pasaportların meslek kısmına henüz yazılamıyor, doğrudur. Bununla ilgili olarak çalışmalar ise son sürat devam ediyor: International Coach Federation (ICF) Türkiye Başkanı Gürcan Sarıoğlu, Koçluk Platformu Derneği (KPD) Başkanı Çağlar Çabuk ve Koçluk Derneği (KoçDer) Başkanı Yasemin Hür, Meslek Yeterlilik Kurumu (MYK) Başkanı Bayram Akbaş ile birlikte çalışıyorlar. 2012 yılında MYK’nın koçluğu resmen meslek olarak tanıması bekleniyor. (Kurumlar hakkında detaylı bilgiler için:  www.icfturkey.org, www.koclukplatformu.org, www.koclukdernegi.org, www.myk.gov.tr/)

2.) Etiketleri insanlar kendilerine vermiyor… Gidip bu işin eğitimini alıyorlar. Dünyanın parasını ve zamanını harcıyorlar. Dolayısıyla koçlar da ciddi eğitimler sonrası ediniyorlar bu mesleği. Yaşam Koçu Eğitimi kademe kademe alınabilen ve uluslar arası kurumlar tarafından verilen sertifikalarla tescillenen ciddi zaman ve para gerektiren bir eğitim. Üstelik temel eğitimler sonrası almanız gereken eğitimler de bitmek bilmiyor. Sürekli eğitimlerle beslenmeniz gerekiyor.

3.) Tüm insanlar sadece anneannelerine anlatabilecekleri meslekleri yapsaydı eğer, gelişim diye bir şey olmazdı. Ne endüstri tasarımcı, ne mimar, ne de reklamcı olurdu dünyada… Muhtemelen siz kalaycı ben bileyci olurdum ve saman damlı kerpiç evlerimizde gül gibi yaşar giderdik.

4.) Bu yorumu yapan arkadaşı tanıyorum ve böyle aydın birinin koçluk konusunda "Şarlatan hocaların modern versiyonu" yazabildiğine inanamıyorum! “Kara cahil engizisyoncunun modern versiyonu” oluvermiş bu yazdığıyla... Ya da akıl tutulması yaşıyor, bilemiyorum.

Bilgisi yok, fikri var

Türk insanının bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olması sorunsalı burada da ortaya çıkıyor. İşin daha üzücü tarafı; İnternet ortamında bu ön yargılı yaftaları fütursuzca yapıştırabilen bu insanların, google’da “Yaşam Koçluğu”, “Coaching” gibi kelimeleri arayıp neyin ne olduğunu öğrenmeleri iki dakikalarını alır… Ama o vakti harcayana kadar, cahilliklerini ortaya koyan bu cümleleri yazmak çok daha kolay elbette. Yazık!

Ne mutlu ki az da olsa bilinçli insanların da gönderileri var cevaben:
- “120 yıl önce doktorlar psikologlar için, 250 sene önce de üfürükçüler doktorlar için aynı şeyi söylüyordu.. be cool yani.”
- “(Koçluğun) ‘yol arkadaşlığı’ olduğu bilincine varıldığında tehlikeli olmadığı anlaşılacaktır.

Aynen öyle! Yeniliğe direnmek ve karşı çıkmak kendini değiştirip geliştirmekten daha kolay olmuş her zaman. Tıpkı tarihin her döneminde olduğu gibi; yeniliğe ve bilinmeyene korkusu düşmanlık/saldırganlık olarak tezahür ediyor bu tip insanların. Ama korkuyla direnenler ne kadar kalabalık olursa olsun değişim hep galip gelmiş tarih boyunca... Koçluk mesleğinin de 21. yüzyılın mesleği olduğunu görecek herkes.

“Yol arkadaşlığı” tanımı da harika bir tanım… Kişinin belirlediği hedefe doğru ilerlerken moral, motivasyon, düşünme kapasitesi, çözüm bulma yolları gibi bir çok konuda kişinin öz potansiyelini keşfedip onu artırarak verimli kullanmasına yardımcı olan yol arkadaşları koçlar.

Koçluk ilişkisinin ölçülebilir faydaları bugüne kadar tüm dünyada milyonlarca kez ispatlandı. Kurumsal koçluk; Amerika, Kanada, İngiltere ve diğer gelişmiş batı ülkelerinde şirket sözleşmelerine kadar giren, dünya çapında milyarlarca dolarlık bir sektör oldu. Bu işe büyük paralar ayıran koca koca küresel şirketlerin yöneticileri aptal mı sizce?

Küçük bir tavsiye

O, önemli reklam ajansının CEO’sunun son on yıldır ajansında yaşadığı sıkıntıları, inişli çıkışlı dönemleri ve ne kadar zamandır zarar ettiğini (neyse ki nihayet bu yılı küçük de olsa kârla kapatacağını) biliyorum... Ve kendisine bir kurumsal koçla çalışmasını öneriyorum, çok memnun kalacak! Bir yandan da koçluk konusunda hiçbir eğitimi olmayan, kendisine “Melek Koçu” diyen eski reklam yazarını, iki tane kitap yazdı diye aynı zamanda ahbabı olan televizyoncunun programına çıkarırken neden bu kadar hassas olmadığını da merak ediyorum.

Konu açılmışken hatırlatayım: Elbette dikkatli olmakta fayda var: Sahte doktorların ameliyata girdiği bir ülkede yaşıyoruz. Hiçbir eğitim almadan “Yaşam Koçuyum” diye ortaya çıkan soytarılara karşı uyanık olmalı herkes. Bir koçla çalışacaksanız daima anımsayın; seçtiğiniz koçun eğitimini, altyapısını ve tecrübesini sorgulama sorumluluğu size ait!

Ön yargılardan, haksız yere yapıştırılan yaftalardan ve cehaletten uzak; aydınlık, hedeflerinize hızla ve başarıyla ulaşmanıza destek, kristal berraklığında, mükemmel bir bakış açısı diliyorum hepinize. İyi olun.