19 Mart 2012 Pazartesi

Muhteşem Hediye


Tek bir görüşme...
O görüşmeden alabileceğinin en fazlasını almaya istekli ve niyetli,
yeni tanıştığı koçuna tüm kalbiyle güvenip her şeyi açıkça paylaşan,
farkındalığı yüksek bir danışan...

Birkaç e-posta yazışması...
O "farkında" danışanın çalışkanlığı ve verdiği taahhütlere sadık kalması.

Hedeflenen başarının danışanın tutkuyla bağlı olduğu hedef için çalışmasına bağlı olduğunu gösteren harika bir örnek ve iyi ki bu işi yapıyorum hissini tekrar yaşatan bir mektup... Hayatını türlü başarılarla süsleyeceğinden emin olduğum bu çok kıymetli üniversite öğrencisi danışanımın izniyle, iletisini sizlerle paylaşıyorum.

Verdiğim "hediye seans"ın karşılığında bir koç olarak alabileceğim en muhteşem hediyelerden biri olan bu mektup, "Koçluk ne işe yarar?" sorusuna da net bir cevap veriyor.


"Merhaba Tolga Bey,

Sizinle 20 ocak tarihinde hediye koçluk seansı için görüşmüştük ve siz hem seans sırasında bana önerilerde bulunmuştunuz hem de seans sonrasında bana bir mail atarak olumlamalar ve egzersizler göndermiştiniz ve bunlara en az 21 gün boyunca devam etmemi, Mart'ın ortalarında size tekrar mail atmamı söylemiştiniz. Ben de sizin önerdiklerinizi yaptım ve söylediğiniz gibi düşüncelerimde, hislerimde, hayatımda değişiklikler oldu. :)

Sizinle görüştüğümüzde benim özgüven, aşırı endişe, erteleme ve yalnız kalma korkularımın olduğu ortaya çıkmıştı ayrıca ders çalışmaktan korkmak ve başkalarını suçlamak gibi sorunlarım da vardı.

Sizin gönderdiğiniz egzersizleri ve olumlamaları yaptığımda kendimi çok daha iyi hissetmeye başladım, kendime her geçen gün daha çok güvenmeye ve kendimi daha çok sevmeye başladım. :)

Korkularımın bana hiç bir şey kazandırmadığını ve elimden geleni biraz da olsa yaptığım zaman karşılığını fazlasıyla aldığımı fark ettim. :)

Ayrıca ailemi, arkadaşlarımı da daha çok sevmeye başladım ve artık insanlara daha başka bi gözle bakıyorum sakinleştim, onları anlamaya çalışıyorum ve en çok sevindiğim şeylerden bir tanesi de kimseyle gereksiz yere tartışmıyorum, kimseye kızmıyorum. :)

Hayatımdan kaygıyı, korkuyu tamamen çıkartamadım ama bana zarar vermesini engelleyebilecek seviyeye getirdiğimi düşünüyorum. :)

Örneğin benim yolumu bulma sorunum vardı gideceğim bir yere yalnız gitmek zorunda olduğum zaman aşırı endişeleniyordum, strese giriyordum birden hasta gibi oluyordum şimdi gitmem gereken her yere kolayca gidiyorum ve sadece gitmek zorunda olduğum yerlere değil gitmekten zevk aldığım yerlere de kolayca gidebiliyorum. :) ve önceden insanlar bana yol sorduklarında çok iyi bilsem bile bilmiyorum diyordum, şimdi ise bildiğim bir yeri kolayca tarif edebiliyorum. :)
Ders çalışmak ile ilgili bir değişiklikte ingilizce ile ilgili oldu. Ben ingilizcemin çok iyi olmadığını düşünüyordum hatta öğrenmekten korkuyordum ancak bu pazar günü akademik ingilizce ile ilgili bir sınav var ve ben bu sınava pazar günü gireceğim puanım çok yüksek olmasa bile sınava girebilecek cesareti göstermek benim için mucize ve çok seviniyorum. :)

Hayatımda istediğim her şeyin en uygun zamanda gerçekleşeceğine inanıyorum ve biliyorum. Sizinle tanıştığımıza da çok seviniyorum bana yeteneklerimi keşfetmem konusunda çok önemli ve hayatımın sonuna kadar etki edecek bilgiler verdiniz, size sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum...
Umarım siz de çok iyisinizdir ve umarım her şey sizin için de her zaman çok mükemmel ve muhteşem bir şekilde devam eder.....
Her şey için tekrar tekrar teşekkür ederim :)))"

8 Mart 2012 Perşembe

Görürsünüz Gün’ünüzü!



8 Mart Uluslararası Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken başlayan ve hafta itibariyle artan haber ve tartışmalar gösteriyor ki bu konuda bir bilinçlenme, medyada bir baskı ve mecliste de bir kararlılık var… “Kadına Yönelik Şiddet”in önlenmesi ve uygulayıcılarının cezalandırılması ile ilgili yasa gündemi meşgul ededursun; tırnak içinde yazdığım ifadenin “Kadına Yönelik” kısmına bir küçük itirazım var.

Evet, kadınlara yönelik bir şiddet vardır ve derhal önlenmesi gerekir… Araştırmalar gösteriyor ki eşinden fazla kazanan kadınlar daha çok şiddete maruz kalıyor. Yani kadın evin yüksek gelirini getiriyorsa eğer bir de cezalandırılıyor! “Bu nasıl bir komplekstir” diye düşünürken kaçamadığım tatsız bir haber gördüm TV’de: Genç bir delikanlı babasını kalbinden bıçaklamış, 1 hafta küvette saklamış, cesetten kurtulmak için arkadaşlarını çağırmış ve arkadaşları da doğal olarak polisi aramış. Babası çocuğu öldüresiye dövermiş komşuların anlattığına göre…


Şiddeti sevmek
Babasını öldürüp 1 hafta cesetle aynı evde yaşayan bu çocuğun psikolojisini bu kadar bozan şey ne peki? Bildiniz; babasından gördüğü şiddet. Hazreti Google’a yazın “babasını öldüren genç” diye; bakın ne çok haber çıkıyor karşınıza…

Dünyanın tüm spor müsabakalarında gerilim yüksektir… Bizdeki gibi her hafta başka bir şehirde kavga ortamının oluştuğu başka spor ligi var mı dünyada? Amatör kümede futbolcuların antrenörleriyle bir olup hakem dövdükleri kaç müsabaka sayılabilir tüm dünyada? Türkiye’deki örnekleri o sayıdan daha fazla, inanın!

Trafikte arkadan yaklaştığınız araca yol istemek için selektörle işaret ettiğinizde öldürülebilirsiniz bu ülkede… Ya da yolda yürürken “Ne bakıyon lan?” gerekçesiyle saldırıya uğrayabilirsiniz. Kadıköy, Bahariye ve Moda’nın kesişiminde Barlar Sokağı olarak bilinen sokağa giren 40’a yakın kişinin; varlık nedeni içki servisi yapıp insanları eğlendirmek olan mekanlardaki insanlara sırf içki içiyorlar diye döner bıçaklarıyla “dalabildiği” bir ülkede yaşıyoruz.

Peki hayvanlar? Durup dururken… Hiç kimseye hiçbir zararları yokken… Kendi doğal ortamlarında bulunan yaban hayvanlara ve hatta sokakta başını okşadığınızda size sevgiyle karşılık vermekten başka hiçbir şey yapmayan kedilere, yavru köpeklere falan eziyet edenlere ne demeli? Bir kedinin kafasını ayağıyla ezen gencin görüntüleri dolaşmıştı bir ara internette… N’oluyor yahu?!

Kadınlar gününde özellikle altını çizerek söyleyelim ki; çocuklarına şiddet uygulayan anneler de var bu ülkede… Hem de hiç küçümsenmeyecek kadar!

Peki ne oluyor?
Gerçekten… Ne oluyor? Neden seviyoruz bu kadar şiddet uygulamayı? Nereden kaynaklanıyor bu orayı burayı kırıp onu bunu dövme rahatsızlığı? Alıp veremediğimiz ne? Neyin ispat çabası bu?

Belki de bir şeyleri ispat çabasından daha derinde bir durum vardır… Taa bilinçaltında duran, hiç bakmadığımız belki de hiç farkında olmadığımız bir hadisenin sonuçlarını yaşayan, şiddet kurbanı şiddet uygulayıcılarıyla doludur etrafımız… Kim bilir; onlardan biriyizdir belki de.


İş çocukluktan başlıyor
Türkiye’de ne çok çocuk ailesinin, öğretmeninin, arkadaşlarının ve karşı cinsin şiddetine maruz kalarak büyüyor hiç düşündünüz mü? Böyle olunca ne oluyor? Korku, öfke, nefret ve intikam tohumları daha biz çok küçükken atılıyor içimize… Üstelik en güvendiklerimiz tarafından. Evde gözlerinin içine baktığımız büyüklerimiz, okulda irfan sahibi öğretmenlerimiz “Yaramazlık yaparsan basarım tokadı!” demeyi maharet sayıyor ve ilk yaramazlıkta da sözlerini tutuyorlar! O çocukların bir kısmı “öğrendiklerini” hayvanlara eziyetle bir kısmıysa kendilerinden güçsüz gördükleri çocuklara zorbalıkla derhal uygulamaya koyuyorlar. Uygulamaya koyamayan da içine atıyor!

Dr. Bülent Uran (Mart 2012 eğitimleri için bakınız: https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150696873762246&set=a.10150105906622246.303502.568527245&type=1&theater), “Geçmişin Hipnozunu Bozmak” adlı kitabında; korku, öfke, nefret ve intikam duygularının bastırıldığında bir gün gelip mutlaka patlayacağını söylüyor. Sıkışan bu olumsuz duygular dışarı patlarsa cinayet, tecavüz vb. suçlara içeri patlarsa da hastalık, depresyon ve fiziksel bozukluklara neden oluyor.


Ya şiddeti bir çözüm yolu(!) olarak seçip uygulayan ya da kendi kendini hasta eden insanlar, bu hale sadece çocuklukta maruz kaldıkları şiddet sonucu gelmiyor elbette.

Ergenlikte sürüyor
Bilgisayar oyunlarından “şakalaşmalara”, okul “çıkış”larında kavgadan popüler kültür ürünü film ve dizilere kadar her yerde şiddeti yaşıyor ve yaşatıyoruz… Küfürle ifade eden, küfürle onurlandıran ve küfürle yeren dildeki şiddete hem orta öğretim hem de
üniversite sınavıyla uygulanan duygusal şiddeti de ekleyin… Böyle bir süreçten akıl sağlığını koruyarak çıkmak ne kadar mümkün ki?


Yetişkin dönemimizde zirve yapıyor
Bitmiyor! Biz büyüdükçe hayat bir şiddet sahnesi, şiddet hayatın bir parçası haline geliyor:
Trafik, iş yerlerinde yaşanan baskı ve stres, tahammülsüzlük, saygısızlık, bir “Önce ben!” çılgınlığı, dedikodu, magazin, tartışma programları, haberler…
AH O HABERLER! Yüzlerce bebek arasında haber “değeri olan” ölü doğandır… Nerede bir felaket, cinayet, kavga, şiddet varsa haber kameraları oradadır! Harika spor müsabakalarının içinde en çok izleneni içinde kavga olandır…
Asan kesen, öldürmeyi yücelten “milli” kahramanların, suçlu tokatlayan polisin, onlar yoksa da iç bunaltan müzikler eşliğinde yaşanan dramların olduğu diziler reyting rekorları kırar…
“Türkiye seninle gurur duyuyor!” sloganlarına en sık muhatap olanlar -kavgada bile söylenmez- kelamlarla birbirlerine hitap eden siyasilerdir çoğu zaman…

Hepimizin ruh hastası yetişmemiş olması ciddi bir mucize!

Ne yapmalı?
İçimizde potansiyelimizi engelleyen, kim bilir ne zaman öğrendiğimiz negatif duyguları bulmalı ve onlardan kurtulmalı…
İyi de nasıl?
Hipnoz, regresyon, NLP ve EFT konularını araştırabilir ve kendinize uygun olduğunu düşündüğünüz teknikle, uzmanının gözetiminde kişiliğiniz üzerinde çalışabilir ve potansiyelinizi tam kapasiteyle kullanmaya odaklanabilirsiniz.


Farkına varın ve orada kalın!
İnsan olarak en üstün yeteneğimiz rasyonel düşünce gücü ve yüksek iletişim kapasitemiz. Konuları değerlendirebilmenin yanı sıra, mantıklı düşünceler doğrultusunda rasyonel kararlar alabilme yeteneğine ve en önemlisi; saniyeler içinde bu değerlendirmeleri günün her anında uygulamaya dönüştürmek konusunda seçimler yapabilmek gibi olağanüstü bir özelliğe sahibiz… Hepimiz!

Hayatın her anı bir seçim… Korku yerine sevgiyi, öfke yerine anlayışı, intikam yerine bağışlamayı seçebiliriz. İstediğimiz her an… Okullarda bunun öğretilmesinin tüm bilimsel derslerden çok daha önemli olduğuna inanıyorum. Daima hatırlanması gereken; mühendisler, bankacılar, atletler, işletmeciler, siyasetçiler, gazeteciler değil “insan” yetiştiriyor olduğumuz gerçeği…

Hepimiz bu “insan” yetiştirme işlemine kendimizden başlasak da iyi olur.
Aksi takdirde kadın, çocuk, erkek, hayvan fark etmez…
Hepimiz görürüz günümüzü!