8 Mart Uluslararası
Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken başlayan ve hafta itibariyle artan haber ve
tartışmalar gösteriyor ki bu konuda bir bilinçlenme, medyada bir baskı ve
mecliste de bir kararlılık var… “Kadına Yönelik Şiddet”in önlenmesi ve
uygulayıcılarının cezalandırılması ile ilgili yasa gündemi meşgul ededursun;
tırnak içinde yazdığım ifadenin “Kadına Yönelik” kısmına bir küçük itirazım var.
Evet,
kadınlara yönelik bir şiddet vardır ve derhal önlenmesi gerekir… Araştırmalar
gösteriyor ki eşinden fazla kazanan kadınlar daha çok şiddete maruz kalıyor.
Yani kadın evin yüksek gelirini getiriyorsa eğer bir de cezalandırılıyor! “Bu
nasıl bir komplekstir” diye düşünürken kaçamadığım tatsız bir haber gördüm TV’de:
Genç bir delikanlı babasını kalbinden bıçaklamış, 1 hafta küvette saklamış, cesetten
kurtulmak için arkadaşlarını çağırmış ve arkadaşları da doğal olarak polisi
aramış. Babası çocuğu öldüresiye dövermiş komşuların anlattığına göre…
Şiddeti sevmek
Babasını
öldürüp 1 hafta cesetle aynı evde yaşayan bu çocuğun psikolojisini bu kadar
bozan şey ne peki? Bildiniz; babasından gördüğü şiddet. Hazreti Google’a yazın “babasını
öldüren genç” diye; bakın ne çok haber çıkıyor karşınıza…
Dünyanın tüm
spor müsabakalarında gerilim yüksektir… Bizdeki gibi her hafta başka bir
şehirde kavga ortamının oluştuğu başka spor ligi var mı dünyada? Amatör kümede
futbolcuların antrenörleriyle bir olup hakem dövdükleri kaç müsabaka
sayılabilir tüm dünyada? Türkiye’deki örnekleri o sayıdan daha fazla, inanın!
Trafikte
arkadan yaklaştığınız araca yol istemek için selektörle işaret ettiğinizde
öldürülebilirsiniz bu ülkede… Ya da yolda yürürken “Ne bakıyon lan?”
gerekçesiyle saldırıya uğrayabilirsiniz. Kadıköy, Bahariye ve Moda’nın kesişiminde
Barlar Sokağı olarak bilinen sokağa giren 40’a yakın kişinin; varlık nedeni içki
servisi yapıp insanları eğlendirmek olan mekanlardaki insanlara sırf içki
içiyorlar diye döner bıçaklarıyla “dalabildiği” bir ülkede yaşıyoruz.
Peki
hayvanlar? Durup dururken… Hiç kimseye hiçbir zararları yokken… Kendi doğal
ortamlarında bulunan yaban hayvanlara ve hatta sokakta başını okşadığınızda
size sevgiyle karşılık vermekten başka hiçbir şey yapmayan kedilere, yavru
köpeklere falan eziyet edenlere ne demeli? Bir kedinin kafasını ayağıyla ezen
gencin görüntüleri dolaşmıştı bir ara internette… N’oluyor yahu?!
Kadınlar
gününde özellikle altını çizerek söyleyelim ki; çocuklarına şiddet uygulayan
anneler de var bu ülkede… Hem de hiç küçümsenmeyecek kadar!
Peki ne oluyor?
Gerçekten…
Ne oluyor? Neden seviyoruz bu kadar şiddet uygulamayı? Nereden kaynaklanıyor bu
orayı burayı kırıp onu bunu dövme rahatsızlığı? Alıp veremediğimiz ne? Neyin
ispat çabası bu?
Belki de bir
şeyleri ispat çabasından daha derinde bir durum vardır… Taa bilinçaltında
duran, hiç bakmadığımız belki de hiç farkında olmadığımız bir hadisenin
sonuçlarını yaşayan, şiddet kurbanı şiddet uygulayıcılarıyla doludur etrafımız…
Kim bilir; onlardan biriyizdir belki de.
İş çocukluktan başlıyor
Türkiye’de ne
çok çocuk ailesinin, öğretmeninin, arkadaşlarının ve karşı cinsin şiddetine
maruz kalarak büyüyor hiç düşündünüz mü? Böyle olunca ne oluyor? Korku, öfke,
nefret ve intikam tohumları daha biz çok küçükken atılıyor içimize… Üstelik en
güvendiklerimiz tarafından. Evde gözlerinin içine baktığımız büyüklerimiz, okulda
irfan sahibi öğretmenlerimiz “Yaramazlık yaparsan basarım tokadı!” demeyi
maharet sayıyor ve ilk yaramazlıkta da sözlerini tutuyorlar! O çocukların bir
kısmı “öğrendiklerini” hayvanlara eziyetle bir kısmıysa kendilerinden güçsüz
gördükleri çocuklara zorbalıkla derhal uygulamaya koyuyorlar. Uygulamaya
koyamayan da içine atıyor!
Dr. Bülent
Uran (Mart 2012 eğitimleri için bakınız: https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150696873762246&set=a.10150105906622246.303502.568527245&type=1&theater),
“Geçmişin Hipnozunu Bozmak” adlı kitabında; korku, öfke, nefret ve intikam duygularının
bastırıldığında bir gün gelip mutlaka patlayacağını söylüyor. Sıkışan bu
olumsuz duygular dışarı patlarsa cinayet, tecavüz vb. suçlara içeri patlarsa da
hastalık, depresyon ve fiziksel bozukluklara neden oluyor.
Ya şiddeti
bir çözüm yolu(!) olarak seçip uygulayan ya da kendi kendini hasta eden
insanlar, bu hale sadece çocuklukta maruz kaldıkları şiddet sonucu gelmiyor
elbette.
Ergenlikte sürüyor
Bilgisayar oyunlarından
“şakalaşmalara”, okul “çıkış”larında kavgadan popüler kültür ürünü film ve
dizilere kadar her yerde şiddeti yaşıyor ve yaşatıyoruz… Küfürle
ifade eden, küfürle onurlandıran ve küfürle yeren dildeki şiddete hem orta
öğretim hem de
üniversite sınavıyla
uygulanan duygusal şiddeti de ekleyin… Böyle bir süreçten akıl sağlığını
koruyarak çıkmak ne kadar mümkün ki?
Yetişkin dönemimizde zirve yapıyor
Bitmiyor! Biz
büyüdükçe hayat bir şiddet sahnesi, şiddet hayatın bir parçası haline geliyor:
Trafik, iş yerlerinde
yaşanan baskı ve stres, tahammülsüzlük, saygısızlık, bir “Önce ben!”
çılgınlığı, dedikodu, magazin, tartışma programları, haberler…
AH O
HABERLER! Yüzlerce bebek arasında haber “değeri olan” ölü doğandır… Nerede bir
felaket, cinayet, kavga, şiddet varsa haber kameraları oradadır! Harika spor
müsabakalarının içinde en çok izleneni içinde kavga olandır…
Asan kesen,
öldürmeyi yücelten “milli” kahramanların, suçlu tokatlayan polisin, onlar yoksa
da iç bunaltan müzikler eşliğinde yaşanan dramların olduğu diziler reyting
rekorları kırar…
“Türkiye
seninle gurur duyuyor!” sloganlarına en sık muhatap olanlar -kavgada bile söylenmez- kelamlarla
birbirlerine hitap eden siyasilerdir çoğu zaman…
Hepimizin
ruh hastası yetişmemiş olması ciddi bir mucize!
Ne yapmalı?
İçimizde
potansiyelimizi engelleyen, kim bilir ne zaman öğrendiğimiz negatif duyguları
bulmalı ve onlardan kurtulmalı…
İyi de
nasıl?
Hipnoz,
regresyon, NLP ve EFT konularını araştırabilir ve kendinize uygun olduğunu
düşündüğünüz teknikle, uzmanının gözetiminde kişiliğiniz üzerinde çalışabilir ve potansiyelinizi tam
kapasiteyle kullanmaya odaklanabilirsiniz.
Farkına varın ve orada kalın!
İnsan olarak
en üstün yeteneğimiz rasyonel düşünce gücü ve yüksek iletişim kapasitemiz. Konuları
değerlendirebilmenin yanı sıra, mantıklı düşünceler doğrultusunda rasyonel kararlar alabilme
yeteneğine ve en önemlisi; saniyeler içinde bu değerlendirmeleri günün her
anında uygulamaya dönüştürmek konusunda seçimler yapabilmek gibi olağanüstü
bir özelliğe sahibiz… Hepimiz!
Hayatın her
anı bir seçim… Korku yerine sevgiyi, öfke yerine anlayışı, intikam yerine
bağışlamayı seçebiliriz. İstediğimiz her an… Okullarda bunun öğretilmesinin
tüm bilimsel derslerden çok daha önemli olduğuna inanıyorum. Daima
hatırlanması gereken; mühendisler, bankacılar, atletler, işletmeciler,
siyasetçiler, gazeteciler değil “insan” yetiştiriyor olduğumuz gerçeği…
Hepimiz bu “insan”
yetiştirme işlemine kendimizden başlasak da iyi olur.
Aksi
takdirde kadın, çocuk, erkek, hayvan fark etmez…
Hepimiz
görürüz günümüzü!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder