17 Haziran 2011 Cuma

Hayal Atölyesi


"Hayal Atölyesi"ni;
ID International koçları Beril Atakul, Buket Özen, Gülden Üner ile birlikte
Melda Tunçel ile Yaşam Mimarı'nda anlatıyoruz.



İLK  % 3 LÜK DİLİM ARASINA GİRMEK...

“Harvard Business School’da Size Öğretilmeyenler” isimli kitabında Mark McCormack, 1979 ile 1989 yılları arasında Harward tarafından yürütülen bir çalışmadan söz etmektedir. 1979 yılında Harvard’daki MBA programlarından mezun olanlara: “Geleceğiniz için açık ve yazılı hedefler belirleyip, bunları elde etmek üzere planlar yaptınız mı?” şeklinde bir soru yöneltilmiştir. Sonuç olarak;
Mezunların sadece yüzde 3’ünün yazılı hedeflere ve planlara sahip oldukları görülmüştür.
Yüzde 13'lük kısmının hedeflerinin bulunduğu, ancak bunların yazılı halde olmadığı anlaşılmıştı.
Mezunların tamı tamına yüzde 84'ünün ise belirgin bir hedefleri yoktu...
Tabii okuldan ayrılıp harika bir yaz tatili geçirmek dışında.

On yıl sonra 1989 yılına gelindiğinde, araştırmacılar söz konusu sınıf üyelerine tekrar sorular yönelttiler.
Sonuçta, hedefleri olup da bunları kâğıda dökmeyenlerin, hiçbir hedefi olmayan yüzde 84'lük kesime oranla ortalama olarak iki kat daha fazla para kazandıkları ortaya çıktı.

Ancak daha da şaşırtıcı olan, açık ve yazılı hedeflere sahip olan yüzde 3'lük dilimin, kalan yüzde 97'lik tüm mezunlara oranla ortalama olarak on kat daha fazla para kazandıkları gerçeğiydi. Gruplar arasındaki tek fark, mezun oldukları sırada sahip oldukları hedeflerin açıklığı ve belirginliği ve bunları yazılı hale getirmektir.

Dilediğiniz yere daha çabuk ulaşmanızı sağlayacak, maddi ve manevi kazancınızı artıracak
açık ve belirgin hedefler için, buyurun Hayal Atölyesi'ne!

Bölüm 1:



Programın devamını youtube'dan izleyebilirsiniz...
Vaktim olunca bir özetini hazırlayıp paylaşacağım.
İlginiz için teşekkür ederim.

11 Haziran 2011 Cumartesi

Vivienne Emine Hancı



Her ne kadar olumlu düşünmenin ve bizi sıkıntıya soksa ve zaman zaman canımızı sıksa da gelen her şeyde hayrımıza bir fayda olduğunun farkına varmanın yararını bilsem ve öyle düşünsem de bazen çaresiz hissettiğim zamanlar oluyor…

Böylesi durumlarda yapılacak birçok şey var: Rutini kırmak, o sıkıntılı andan çıkmak için olmadık bir şeyler yapmak, hızlı ve ani şekilde ortamı değiştirmek (pencereyi açmak için kalkmak, rahatlatan, neşeli bir müzik dinlemek, bir mum ya da bir tütsü yakmak) gibi… Hatta telefon numaranızı tersten söylemek bile tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük faydalar sağlayabiliyor. Denemesi bedava!

Depresif Durumlar

Geçtiğimiz pazartesi kedim Jedi öldü… Evinde kedi veya köpek beslemeyenler muhtemelen neler hissettiğimi anlamayacaktır. Daha el kadarken, aç, hasta ve zayıfken… Neredeyse ölmek üzereyken ve hiç hesapta yokken bana gelen Jedi’yı tedavi ettirmek, beslemek, büyütmek ve onunla oynamak zaten inanılmaz bir sevgi bağı oluşturuyor insanda.


Ancak Jedi konusunda son derece özel bir durum oldu… Benim kişisel gediklerimi bulmamı ve onları gidermemi sağlayan olağanüstü bir yol arkadaşı; kişisel gelişimimde muhteşem bir öğretmen oldu Jedi. Giderek evde bir nefes, evimin neşesi, koşulsuz sevgisini hiçbir şeyi umursamadan bana sunan muhteşem bir yoldaşa dönüştü. Hayatımı dolduran en önemli “dost”lardan biri haline geldi.

Ve ne yazık ki çok ama çok acı çekerek gitti… Detaylara girip de canınızı sıkmayacağım. Öyle fena bir durumda buldum ki onu kurtarmak için çabalarken mahvoldum! Hayatı boyunca birkaç kez gözyaşı akıtmış bir adam olarak hüngür hüngür ağlayarak çevirdiğim takside; hayvan hastanesine yetiştirmeye çalışırken kucağımda öldü güzeller güzeli ev arkadaşım...


Gerçekten içim parçalandı. Ne yazmakta olduğum kitaba ne de hayatımın hedeflerine odaklanmam mümkün olmadı. Birkaç gün boyunca hiçbir şeyin tadı olmadığı gibi hiçbir şey de beni heyecanlandıramıyordu.

Sıkıntının Kuyruğu

Böylesi bir acıyla mukayese kabul etmese de beklenmedik bir parasal sıkıntı peyda oldu bu kaybın hemen ardından… İnsan bazı şeyler üst üste gelince hayata olumlu bakma dürtüsünü hatırlayamayabiliyor.

Arkadaşlarım aradılar, e-posta ve mesajlarla üzüntümü paylaştılar… Sevgili dostlarım muhteşem tekliflerle ve olağanüstü bir cömertlikle evlerini ve gönüllerini açıyorlar, beni yalnız bırakmıyorlardı… Babam, sağ olsun işini gücünü bırakıp yanımda oldu. Jedi’yın acısını paylaşmanın yanı sıra maddi anlamdaki problemlerde de elinden geldiğince yanımda duracağının işaretlerini verdi. İkiz kardeşim ve benim için gerçek bir kız kardeş olmayı başarmış eşi Jennifer, ta Amerika’lardan verebilecekleri en büyük desteği verdiler.

Ailemin ve arkadaşlarımın bu tavrını gördüğümde ne kadar güzel insanlarla çevrelendiğimi gördüm… Hepsine müteşekkirim ve hayatımdaki varlıklarının ne kıymetli olduğunu bir kez daha görüp, anladım.

Yine de başımın üstündeki o kara bulutları dağıtamıyordum bir türlü.

Gönüllü İşkence

Evde beslenen bir varlığın nasıl da harika bir arkadaş olduğunu bilen,
çok kıymetli bir arkadaşım aradı ve Bülent Ortaçgil’in son albümü “Sen” için hazırladığı “Sen”foni konserine fazla bileti olduğunu, gelirsem kafamı dağıtabileceğimi düşündüğünü söyledi.

Bülent Ortaçgil müziğini sevmem… Melankolik ve hüzünlü hiçbir müziği sevemedim hayatım boyunca. Ama dedik ya “rutini kırmak işe yarıyor” diye. Seve seve kabul ettim bu teklifi. Uzun zamandır görmediğim bir dostu görmek açısından keyifli bir akşamdı… Konseri değerlendirmeye gelince aynı şeyi söyleyemeyeceğim: Sıkıntımı, duygusal buhranımı inanılmaz bir biçimde artırdı.

Konserden çıktığımda Cuma gecesi olmasına rağmen hiçbir şey yapmak istemiyordum. Eve geldim. Boş, nefessiz, yalnız eve… Giderek dibe çöküyordum, Bülent Ortaçgil’i sevmememe rağmen konserine özellikle gittiğimi, zira “kurban rolü” oynamak istediğimin farkına vardım. Ve hemen ardından fark ettiğimse bu gönüllü işkenceyi bir an evvel durdurmam gerektiğiydi…

Mutluluğun anahtarı

Uzunca süren bir meditasyon yaptım… Zihni susturmak iyi gelmişti, en azından uyuyabilecektim. Sabah yeni bir gün başlayacaktı ve ben çok daha iyi hissedecektim. Buna inanmaktan öte bunu bilerek uykuya daldım.

Zihin ve kalbi dengeleyebildiğimizde hayatın ne denli mutluluk verici bir şey olduğunu sabah fark ettim. Bir haftadır hiç iyi hissetmediğim kadar iyi kalkmıştım. Kahvaltı sonrası kitabımı yazmaya kaldığım yerden devam ettim. 4 saat sonra kendimi daha da iyi hissediyordum.

Bir meditasyon seansı daha yaptım. Akabinde de kardeşimin 3 aylık kızı, yeğenim Vivienne Emine Hancı’nın (VivoşMinnoş) ailemize özel sitesindeki fotoğraflara baktım. Henüz Amerika’ya gidip de kucağıma alamadığım bu muhteşem varlığı Allah bağışlasın! Kocaman gözleriyle objektife bakıp gülümsediği sayısız resimde ona kardeşim, kız kardeşim, babam, teyzem, kuzenim ve bazı arkadaşlarım eşlik ediyordu…


Hepsinin hayatını biliyorum, hepsinin sıkıntıları var… Ve Vivienne’in yanında hepsi gözlerinin ta içinden fışkıran gülücüklerle mutlu mesut görünüyordu… VivoşMinnoş fotoğraflardan bana bakıp gülümsüyordu.

VivoşMinnoş’a göbek adını veren, onu yazık ki hiç göremeyecek olan, 4 yıl önce kaybettiğim annemin fotoğraflarına baktım… Sonra Jedi’yın fotoğraflarına baktım. Sonra da aile fertlerimin ve dostlarımın fotoğraflarına… Bu muhteşem varlıklarla kutsanmış hayatımı düşündüm ve ne kadar şanslı olduğumun farkına vardım.

Gelenlerin de gidenlerin de hayatımıza neler kattığını, ta içimde hissedip idrak ettim. Sonra da geçtiğimiz yıl “gelişine” yazdığım aşağıdaki yazım geldi aklıma… Mutluluğun varmayı bekleyeceğimiz bir hedef değil, seçeceğimiz yol olduğunu bir kez daha anladım. Mutluluğu seçebileceğimi bana yeniden hatırlatan güzeller güzeli VivoşMinnoş’uma müteşekkirim.

Mutlu olmayı “seçin” dostlar… O zaman mutlu olmak kolay.



YETER

Yaz...
Tembel bir öğleden hemen sonra...
Püfür efil bir teras, balkon, tepe, deniz kenarı...
Her neyse...

Güneşte gevremişsin mayış mayış,
Gözlerin kapalı bakarken sıcağın sarısına...
Serin, buzlu bir içecek elinde
Chet Baker veya Miles Davis çalıyor...
Rahatsın.

Canını sıkan hiçbir şey yok.
Bir de üstelik mutlusun anasını satayım!
Sağlığın da yerinde keyfin de.

Sonra birden...
Üstadın üflediği
o trompet
bir yerde
getirip
bir yumruk tıkayıverir gırtlağına
durup dururken...

İnanılmaz bir hüzün sarar...
Neredeyse ağlayacak gibisin.

Gözlerini açıp
maviye bakarsın...
hüzün gider.

Hayat böyle bir şey işte,
gelince hüzün
gözünü aç...

Yeter.