Karnım acıkmıştı… Doğrusunu isterseniz kıvranıyordum da denilebilir. Kaç gündür ağzıma tek lokma bir şey koymamıştım ve donuyordum… Muhtemelen yaşanan en sert kışlardan biri hallaç pamuğu gibi atıyordu tüm şehri. Açlık bir tarafa, kelimenin tam anlamıyla donmak üzereydim ve karla kaplı şehrin ıssız sokaklarını arşınlamaktan ne bacağımda ne belimde derman kalmamıştı.
Şehrin kalburüstü mahallelerinden birinde bulunan büyük siteye bir yolunu bulup güvenliği atlatarak girmiştim. Ara sokaklarda ısınabileceğim bir yer arıyordum… Kimse yoktu, yapayalnızdım… Açlıktan olsa gerek, başım deniz kenarındaki lunaparkta dönen “Balerin” gibiydi! İnmek istiyordum ama Balerin durmuyordu… Ne kadar çabalasam da ayakta duracak gücü bulmam mümkün olmadı. Tökezleyip düştüm…
Yer buz gibiydi ama şaşılacak derecede hızlı bir şekilde sıcacık ve konforlu hissetmeye başlamıştım… Muhtemelen suratımda anlamsız bir sırıtmayla ölmek üzereydim. “Tanrım” dedim “yalvarırım bu salak ifadeyle ölmeme izin verme!” Gözlerim kararırken aklımdan geçen son şey annem oldu… Neredeydi acaba, bilmiyordum… Kim bilir belki… Belki de ölmüştü. Ne kadar zaman olmuştu görmeyeli? Annemi, doğduğum sokağı, arkadaşlarımı… Gerisi, karanlık.
“Lbrojskya tonor de duvaviç?”
Tonlaması soruyu andıran bu cümleyi asla unutmayacağım… Anlamını hâlâ bilmiyorum ama öldüğümü sandığım o soğuk sokaktan sonra gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey olan o muhteşem gözlerin sahibi, güzeller güzeli kızın söylediği ilk şey buydu. “İlk bakışta”sını geçiniz, aşka inandığım söylenemez… Ama işte orada kızla karşı karşıyaydım ve tek kelimeyle vurulmuştum!
Gerçekten aptal gibi kıza bakakalmışken daha da beterini yapmayı başardım ve “Çok açım…” dedim. Kız neredeyse öpecek gibi üstüme eğilip eliyle yanağımı okşadı, gülümsedi ve kalkıp gözden kayboldu. Nereye geldiğimi, bu kızın kim olduğunu ve hatta evinin nasıl bir yer olduğunu delicesine merak ediyordum! Kızın peşinden gitmek, onu hiç yalnız bırakmamak istiyordum. Ama o fişek gibi gözler zihnime, kalbime ve ruhuma yaptığını bedenime yapamamış, onu da ateşleyememişti yazık ki. Üstümden kamyon geçmiş gibi hissediyordum. Kız beni nasıl içeri almıştı bilmiyorum ama yumuşacık bir battaniye beni sıcacık tutuyordu. Açlığıma rağmen yeniden uykuya dalmaya engel olamadım…
Uyandığımda her yer karanlıktı… Önce gerçekten çok korktum; yine yalnız, yine çaresiz, yine bedbaht kaldım sandım. Ama sonra yumuşak battaniyeyi tüm vücudumla hissedince rahatladım, hala evimde, güvendeydim.
Evim mi dedim?! Tuhaf… Doğru düzgün bir evin olmayınca ilk evi kendi evin gibi benimseyebiliyormuşsun demek ki. Peki karnım da doyacak mıydı acaba bu “evim” gibi hissettiğim mekânda? Gerindim, uyumak harika gelmişti. Etrafa bakınıyordum ki; yattığım yerin başucundaki tabağa ilişti gözüm. Benim için yiyecek bir şeyler bırakmıştı güzellik abidesi ev sahibem. Beni uyandırmamış, kim bilir, belki de yatıp uyumuştu… Ne düşünceliydi ya Rabb’im! Kurt gibi saldırdım yemeklere.
Futbol Maçı
Karnım doyar doymaz yine uykum geldi… Gerçekten zor zamanlar geçirmiştim ve vücut sınırsız bir dinlenme ihtiyacındaydı, o muhteşem battaniyeye uzandım... Gözlerim tam kapanıyordu ki içeriden inanılmaz bir gürültü koptu… Belli kalabalık bir ekip futbol maçı izliyordu. Uykum vardı ama bu kez ağır basan merakımı gidermeyi deneyecek kadar gücüm de vardı.
Odanın kapısını araladım, küçük tedirgin adımlarla salona doğru ilerledim. Yanılmamıştım dev gibi 2 herif, aşkım ve bir başka kız TV’de futbol izliyorlardı… Ve ne yazık ki aşkım o hayvan gibi heriflerden biriyle fazla samimiydi. Ve harbiden çok sinir oldum! O sırada başka bir kurt düştü içime: “Kuşku inancı başından savar” derler ya, bir anda bu aşkın karşılıklı olduğuna dair inancım sarsılıverdi… Benim ona çarpıldığım gibi bana çarpılmamış olabilirdi. Sizi bilemem ama, o bir çift göz bana sevgiyle bakmazsa bu benim için hayatı katlanılmaz yapmaya yeterdi.
“Çabuk sahiplendiğimi” söyleyebilirsiniz ve belki de haklısınız ama gerçekten elimden gelse, sevdiğimin belini saran kalas gibi kola sahip bu herifin ağzını yüzünü paralamaktan büyük keyif alabilirdim. Ancak problem bana göre fazla iri olmasıydı… Şimdilik uslu durmaya karar verdim.
Kuşkular dağılsın!
Benim aklımdan bunlar geçerken; dev gibi herifler ve kızlar bana acayip tezahüratlarla sevgi gösterisinde bulunmaya başladılar…
- “Lukujubra toki nerrim!..”
- “Lovyiki doncri lodok…”
- Zjyutskivra glibokam torodet!
- Haa haa hahahahahaha!”
Ben de sizin gibi hiçbir halt anlamamıştım!.. Çok açık bir biçimde bana hitaben bağıra çağıra ve tuhaf sesler çıkararak, anlamadığım şeyler söyleyip kahkahalarla gülen insanlar tarafından bir eve kapatılmıştım. Birden bire panik atak başladı... Kurtulmalıydım buradan! Derhal kapıları kontrol etmeye başladım… Delirmiş gibiydim. Hepsi şaşkınlıkla beni izliyorlardı... Birden aradığımı buldum: Kapılardan bir tanesi diğerlerinden farklıydı, muhtemelen dışarı açılan kapı buydu ancak tuhaf olan; bu kapıyı açmak için ne yapmam gerektiğini bilemiyordum. Daha önce gördüğüm kapılara benzemiyordu. “Bu evlerin içi böyleymiş demek ki” diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Yine de en kısa zamanda buradan sıvışma isteğiyle yanıp tutuşuyordum… O sırada hayatımın ilk ve tek aşkı gözlerimin ta içine baktı, birden sakinleştim... Gülümseyerek koltukta yanındaki boşluğa davetkâr bir şekilde “pat pat” vurdu. Sokakta bulduğu ve kaçacak kadar tedirgin olmuş bir yabancıya bu kadar tatlı, huzur veren, samimi ve içten bir daveti kim yapabilirdi ki?.. Belki bir melek! Beni donmaktan ya da açlıktan ölmek üzereyken kurtaran bu kadın melek miydi bilemem ama bir melaike olduğu kesin! Ne yapabilirdim ki, elbette yanına gidip oturacaktım… Peki bu herif n'olacaktı?!
İti an, çomağı hazırla!.. Tam ne yapacağımı düşünürken, öküz kızın yanından kalktı. Önündeki şişeleri tek eliyle topladı, yanımdan geçerken boştaki eliyle başımı karıştırır gibi okşadı… Ne len bu! Sanki küçük yeğeninin başını okşuyor… Tiksinmiştim heriften! Kafayı hızlıca çekip hıyarın pis ellerinden kurtardım kendimi. Arkadaşları hep bir ağızdan “OOOOOOOO!! NULAK JOYNSKE TUAALOO!” diye bağırıp gülüştüler yine… Anlayamadığım bu sözlere, pis ellerini bana sürme cüretini gösteren öküz de gülüyordu…
Delleniyorum ve durum açıklığa kavuşuyor
“N’OLUYO LAAAAN!.. NECE KONUŞUYOSUNUZ, NE DİYOSUNUZ?!” diye bağırdım sesim yettiğince. Yemin ediyorum odaya uzaylı ışınlanmış gibi oldu… Bir an için hepsi sessizleştiler! Süt dökmüş kedi gibiydi hepsi! Ama… Ama sonra birbirlerine bakıp yine gülmeye başladılar… GERİ ZEKÂLILAR!
Güzel gözlüm hariç… Yüzünde sıcacık bir gülümsemeyle yerinden kaktı, yanıma kadar geldi, başımı okşadı (o denyo gibi değil, sevgiyle okşadı), kucağına aldı beni ve yine gözlerimin içine baktı… Burnuma dokundu ve bütün yüzüyle gülümseyip, yumuşacık sesiyle konuştu:
“Aah aşkım benim sinirlenir miymiş kendisine gülünmesine?..”
Sonra da yanağımdan öptü. Sevdiğim kadın nihayet anladığım dilde konuşuyordu, üstelik bana aşkım diye hitap ediyordu… Büyük bir keyifle mırıldanarak cevap verdim: “Miyaaoouw”...
Sonra da söz verdim kendime: Onu hayatım boyunca sevicem...
Kuzen Sinan'a yaptığı şakayla verdiği ilham için teşekkürler. :)
2. Fotoğraf: Kişisel Arşiv (Göksu Evleri'nde Kar)
3 ve 4. fotoğraflar: http://www.gettyimages.com/
5. Fotoğraf: Kişisel Arşiv (Jedi)
4 yorum:
Suprizli son cok guzel olmus ;-)
Ellerine saglik, keyifle okudum..
Üçüncü cümle sona erdiğinde biliyodum kimden bahsettiğini, veya kimden esinlenerek yazdığını bu hikayeyi.
Eline sağlık, çok keyifli olmuş.
Jedi'ın fotoğrafı da yıkılıyo bu arada, onun için de eline sağlık! :o)
Nilüfer'cim, teşekkürler, sevindim beğediğine. ;)
Keko, anlayacağını biliyordum. :) 2. yorum sizin gibi bir fotoğrafçıdan gelince daha bi kıymetli oluyor, sağol. ;)
Yorum Gönder