(*) Puxa Vida (Puşa
Vida diye okunur), en sevdiğim çizgi roman kahramanlarından Mister No’nun
kullandığı Portekizce bir ünlemdir. Anlamı kelimesi kelimesine çevrildiğinde
“hayatı çek(er)” olsa da sokak ağzında “Vay canına!” ünlemimize yakın bir yerde
durmaktadır.
Yazının ilk
bölümünde bir adet kanepe için, o kanepeyi sığdırıp sığdıramayacağımı
kestiremediğim bir “station” Marea ile taa Eceabatlara gitmeye karar verme
sürecimden ve yolculuğun başlangıcından bahsetmiştim… Burada; “Yolda Kişisel
Gelişim” başlığı altında 5 önemli noktanın altını çizmiştik:
1) Önemli
olan odaktı ve kısıtlayıcı düşünce ve inançların bizi atabileceğimiz nice adımı
atmaktan alıkoyduğunu, bu yüzden de odağımızın hep çözüme dönük olmasının
önemini irdelemiştik…
2) Tutarlı
olmak ve kararınız konusunda ısrar etmek de önemliydi.
3) Fizyolojinizi
düzenlemenin duygusal durumunuzu kontrol etmenin ilk ve en etkili yolu olduğunun
altını çizmiştik.
4) Stresle başa
çıkmak için 3 soru yöntemini anlatmıştık.
5) Yapacağınızı
yapıp gerisini akışa bırakmanın (tevekkül) büyüsünden bahsetmiştik…
Aman bu ne be?!
Özet
yaparken üniversite hocası gibi hissettim kendimi… “İrdelemiştik”, “altını
çizmiştik”, “yöntemini anlatmıştık” falan… Hadi n’olur yazdırmayın bana
sevimsiz sevimsiz… Hatırlamıyorsanız ya da daha okumadıysanız buradan
okuyuverin kendiniz: "İlk Yazı"... Bu arada geçen hafta okuduğunuz şeyi
hatırlamıyorsanız hafızanızı güçlendirmek üzere çalışabiliriz, haber verin
bana. :)
Geçen hafta;
Mahmutbey gişelerinde babama su vermek suretiyle kendimi sevgi kelebeği gibi
hissetmiş ve beni Eceabat’taki çiftlikte bekleyen kanepeyle kucaklaşmak için,
açılan trafikte rahat rahat ilerlemek üzereyken yazıya ara vermiştik.
Yolda Kişisel Gelişim, Ders 6: Delirmeyin;
bir koltuğa tek karpuz yeter!
Bir an evvel
Eceabat’a varmak, koltuğu alıp İstanbul’a dönmek konusunda acele etmemin
nedeni, o akşam Shira ile birlikte çok sevdiğimiz bir arkadaşımıza yemek sözü
vermiş olmamızdı. Bir evvel ki hafta buluşmak üzere sözleşmemize rağmen
ertelemek durumunda kalmıştık ve bu akşam mutlaka o yemekte olmalıydık. Strese
bak! 800 km yol, hamallık ve akabinde şık bir akşam yemeği…
Fiziksel
olarak aynı anda farklı şeyleri yapmaya çalışmak ne kadar dikkat dağıtıcıysa,
aynı anda birçok şeyi düşünmek de o kadar asap bozucuydu. Manasızca sürat yapıyor,
radar uyarısı görünce gaz kesip uygun ortamda tekrar köklüyordum… Şöyle bir
düşününce, muhtemel bir trafik cezasının maddi ağırlığı bir tarafa; akşam
yemeğe yetişeceğim diye ölmenin de bir anlamı yoktu. Ölünce yemeğe yetişemiyor
zira insan! Shira’yı aradım, durumu anlattım ve yüksek ihtimalle akşam yemeğine
yetişemeyeceğimi söyledim. Yalnız gitse bir sorun olur muydu? Önce canı sıkıldı
ama durumu anlayışla karşıladı… Minnet Shira’ma! :)
Yolda Kişisel Gelişim, Ders 7: N’olursa
olsun içinde bulunduğunuz anın keyfini çıkarın!
Babamla her
Eceabat seyahatinde yaptığımız geleneksel bir şey var… Çiftliğin bulunduğu
Karainebeyli Köyü yoluna girmeden evvel Gelibolu Limanı’ndaki balıkçıda,
balık-salata-bira ile yol yorgunluğunu atarız. Madem yetişecek bir yer yok,
madem stresten kurtulduk, madem birazdan yükleme-taşıma gibi yorucu bir iş
yapacağız, biraz enerji depolamak çok iyi gelecekti…
Gittik
Abuzer’in yerine; söyledik balıkları, açtık biraları, Abuzer’le muhabbetin
belini kırdık… Arsızca söylediğimiz balıklar fazla gelince limanın diğer
müdavimleri olan kedilere de bir ziyafet çıkardık; denizin kokusu, sıcak güneşi
bertaraf eden hafif rüzgar falan… Hayat güzeldi be!
Bak; hayatın
güzel olduğunun farkına ne kadar sık varıyorsan kendine o kadar çok iyilik
yapıyorsun, haberin olsun!
Yolda Kişisel Gelişim, Ders 8: Tekrarlayın:
“İHTİYACIM OLAN HER ŞEY, ŞU ANDA ve BURADA, BENİMLE!”
Nihayet
çiftliğe varmıştık… Eve girdik ve koltuğa baktık. Bak bak bitmiyor! Öyle
heybetli, maşallah! Bakmakla olmaz, taşımak lazım… Nasıl ağır, anlatamam.
Altına parmak girmez, kenarında tutacak yeri yok, heyula gibi bir şey. Ulen,
nasıl taşınır ki bu?
Vücudumuz
muazzam bir araç, fark ettiniz mi hiç? Hele iki kişi vücutlarını birlikte
çalıştırırsa hiç beklenmedik şeyler yapabiliyorlar. Babamla koltuğun iki
tarafına geçtik; eğildik ve omuzlardan karşılıklı dayandık koltuğa ve koca
koltuğu bir nevi aramızda sıkıştırarak “pıt” diye kaldırıverdik. Kalktı kalkmasına
da arabaya taşıyana kadar kan-ter içinde bıraktı bizi.
Station
Marea’nın tüm koltukları yatmıştı ve yüklenmeye hazırdı… İte kaka, oflaya
puflaya yükledik koltuğu… Yüklemiş gibi yaptık demeliyim çünkü sığmamıştı. Onca
yolu yap, almak için geldiğin kanepe yarı beline kadar sarksın arabadan… Durum
ümitsiz görünüyordu. Bi dakka bi dakka “Yolda Kişisel Gelişim, Ders 1”i
hatırla! Odağı hemen pozitife çevirdim ve o sihirli soruyu sordum.
“Şu anda, bu
şartlar içinde ne yapabilirim?”
Öndeki yolcu
koltuğunu torpido gözüne, sürücü koltuğunu da direksiyon simidine yapıştırdım,
arabayı koltuk o pozisyondayken nasıl kullanırdım bilemiyorum ama öncelik
kanepenin arabaya sığmasındaydı. Kanepe biraz daha içeri girmiş ve sanki
sığacak gibi yapmıştı. Bir bölümü dışarıdaydı ve babam da ben de gafil
avlanmıştık: Yanımızda koltuğu bağlayabileceğimiz bir ip yoktu.
Ne dedik:
“İhtiyacım olan her şey, şu anda ve burada, benimle!”
Kuyudan
çektiğimiz suyu toplayan deponun altındaki ardiyede bir ip bulduk… HAY BİN
KUNDUZ! İp kısaydı. Tekrar hatırladık: “İhtiyacım olan her şey, şu anda ve
burada, benimle!” Evin içinde istiflediğimiz kolileri saran ipi de aldık…
Uçlarından bağladık. Şimdi ipin uzunluğu kurtarıyordu ama çok ağır olan kanepe
kayarsa onu tutamayabilirdi, çünkü ipler yıpranmıştı… Ne yapılabilirdi?
Biraz
MacGyver’cılık oynamanın zamanı gelmişti… 80’li yılların meşhur dizisini
bilenler bilir, yanındaki sakızı çiğneyip, kibrit barutu ve yaldızlı kağıtla
karıştırıp patlayıcı falan yapan bir tipti bu abi… O’na özenip kafayı
çalıştırdık ve uç uca eklediğimiz ipin tamamına çatı izolasyonu için
kullandığımız tutkalı sürüp serdik güneşin altına… Sertleşen tutkalın üstüne
bir de koli bandıyla kapladık ipi… Şimdi isterse kopsun, ilk günkünden daha
sağlam olmuştu. Koltuğu bağladık, yola çıkmaya hazırdık!
Yolda Kişisel Gelişim, Ders 9: Durmak
zamanı geldiğinde… DURUN!
Babama iyi
yolculuklar diledim… Ve işte kıymetli kanepeyle baş başa yollardaydık. Aslında
pek baş başa denemez; kanepe resmen sırtımdaydı ve hatta boynumu da biraz eğmek
zorunda kalmıştım. Mağrur kanepe bütün ihtişamıyla koca Marea’yı doldururken
ben boynu bükük bir şekilde, dizlerim çenemde direksiyon başında, otomobili
kullanmaya çalışıyordum… Onca yolu yapmak, koca kanepeyi arabaya yükleyene
kadar canımı çıkarmak yetmemişti bir de arkaya bütün ihtişamıyla kurulmuş
kanepeye tüm insani koşulların dışında şoförlük ediyordum.
Gerçekten daha
rahatsız bir pozisyonda araç kullandığımı hatırlamıyorum… İnsan o pozisyonda
direksiyon başında uyuyakalır mı? Bu sorunun cevabını yanından teğet geçtiğim
kamyon ciyak ciyak korna çalarak beni uyandırdığında biliyordum: Evet!
Uyanmak için
kafamı sallarken kanepeye çarpınca gözlerim fal taşı gibi açıldı ama ben işi
garantiye almak için ilk benzin istasyonunda durmaya karar verdim. Keşan’dan 11
kilometre sonra Tekirdağ’a dönen göbekteki Kipa’nın otoparkına girip, hemen
dışarıdaki kafede aldım soluğu… Bir “triple espresso” söyledim, daha berbat bir
epresso içtiğimi hatırlamıyorum. Ama Shira’yla konuşmak ve iğrenç espressoyu
fondiplemek beni kendime getirmişti. İçsesim ve testosteronum bana ne derse
desin, durmam gerektiğini hissettiğimde duracağıma söz verdim. Yolun sonunu
kazasız belasız getirebildim.
Yolda Kişisel Gelişim, Ders 10: Ne yapın
edin, her fırsatta hayatınıza kutlama enerjisini katın.
Eve geldiğimde
saat akşam onbire geliyordu… Shira, onu akşam yemekte yalnız bırakmış olmama
rağmen koltuğu alıp geldiğim için küçük bir kutlama ayarlamıştı: Mum ışığı, yumuşak
bir müzik, içecek bir şeyler... Günün bütün yorgunluğunu üstümden akıtan ılık
bir duş sonrası, görevini tamamlamış olmanın huzuruyla ve sevgilimin üzerime
titreyen yaklaşımının keyfini çıkardım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder