1 Eylül 2013 Pazar

Puxa Vida! - 2 (*)

(*) Puxa Vida (Puşa Vida diye okunur), en sevdiğim çizgi roman kahramanlarından Mister No’nun kullandığı Portekizce bir ünlemdir. Anlamı kelimesi kelimesine çevrildiğinde “hayatı çek(er)” olsa da sokak ağzında “Vay canına!” ünlemimize yakın bir yerde durmaktadır.


Yazının ilk bölümünde bir adet kanepe için, o kanepeyi sığdırıp sığdıramayacağımı kestiremediğim bir “station” Marea ile taa Eceabatlara gitmeye karar verme sürecimden ve yolculuğun başlangıcından bahsetmiştim… Burada; “Yolda Kişisel Gelişim” başlığı altında 5 önemli noktanın altını çizmiştik:
1) Önemli olan odaktı ve kısıtlayıcı düşünce ve inançların bizi atabileceğimiz nice adımı atmaktan alıkoyduğunu, bu yüzden de odağımızın hep çözüme dönük olmasının önemini irdelemiştik…
2) Tutarlı olmak ve kararınız konusunda ısrar etmek de önemliydi.
3) Fizyolojinizi düzenlemenin duygusal durumunuzu kontrol etmenin ilk ve en etkili yolu olduğunun altını çizmiştik.
4) Stresle başa çıkmak için 3 soru yöntemini anlatmıştık.
5) Yapacağınızı yapıp gerisini akışa bırakmanın (tevekkül) büyüsünden bahsetmiştik…

Aman bu ne be?!
Özet yaparken üniversite hocası gibi hissettim kendimi… “İrdelemiştik”, “altını çizmiştik”, “yöntemini anlatmıştık” falan… Hadi n’olur yazdırmayın bana sevimsiz sevimsiz… Hatırlamıyorsanız ya da daha okumadıysanız buradan okuyuverin kendiniz: "İlk Yazı"... Bu arada geçen hafta okuduğunuz şeyi hatırlamıyorsanız hafızanızı güçlendirmek üzere çalışabiliriz, haber verin bana. :)

Geçen hafta; Mahmutbey gişelerinde babama su vermek suretiyle kendimi sevgi kelebeği gibi hissetmiş ve beni Eceabat’taki çiftlikte bekleyen kanepeyle kucaklaşmak için, açılan trafikte rahat rahat ilerlemek üzereyken yazıya ara vermiştik.

Yolda Kişisel Gelişim, Ders 6: Delirmeyin; bir koltuğa tek karpuz yeter!



Bir an evvel Eceabat’a varmak, koltuğu alıp İstanbul’a dönmek konusunda acele etmemin nedeni, o akşam Shira ile birlikte çok sevdiğimiz bir arkadaşımıza yemek sözü vermiş olmamızdı. Bir evvel ki hafta buluşmak üzere sözleşmemize rağmen ertelemek durumunda kalmıştık ve bu akşam mutlaka o yemekte olmalıydık. Strese bak! 800 km yol, hamallık ve akabinde şık bir akşam yemeği…

Fiziksel olarak aynı anda farklı şeyleri yapmaya çalışmak ne kadar dikkat dağıtıcıysa, aynı anda birçok şeyi düşünmek de o kadar asap bozucuydu. Manasızca sürat yapıyor, radar uyarısı görünce gaz kesip uygun ortamda tekrar köklüyordum… Şöyle bir düşününce, muhtemel bir trafik cezasının maddi ağırlığı bir tarafa; akşam yemeğe yetişeceğim diye ölmenin de bir anlamı yoktu. Ölünce yemeğe yetişemiyor zira insan! Shira’yı aradım, durumu anlattım ve yüksek ihtimalle akşam yemeğine yetişemeyeceğimi söyledim. Yalnız gitse bir sorun olur muydu? Önce canı sıkıldı ama durumu anlayışla karşıladı… Minnet Shira’ma! :)

Yolda Kişisel Gelişim, Ders 7: N’olursa olsun içinde bulunduğunuz anın keyfini çıkarın!



Babamla her Eceabat seyahatinde yaptığımız geleneksel bir şey var… Çiftliğin bulunduğu Karainebeyli Köyü yoluna girmeden evvel Gelibolu Limanı’ndaki balıkçıda, balık-salata-bira ile yol yorgunluğunu atarız. Madem yetişecek bir yer yok, madem stresten kurtulduk, madem birazdan yükleme-taşıma gibi yorucu bir iş yapacağız, biraz enerji depolamak çok iyi gelecekti…


Gittik Abuzer’in yerine; söyledik balıkları, açtık biraları, Abuzer’le muhabbetin belini kırdık… Arsızca söylediğimiz balıklar fazla gelince limanın diğer müdavimleri olan kedilere de bir ziyafet çıkardık; denizin kokusu, sıcak güneşi bertaraf eden hafif rüzgar falan… Hayat güzeldi be!

Bak; hayatın güzel olduğunun farkına ne kadar sık varıyorsan kendine o kadar çok iyilik yapıyorsun, haberin olsun!

Yolda Kişisel Gelişim, Ders 8: Tekrarlayın: “İHTİYACIM OLAN HER ŞEY, ŞU ANDA ve BURADA, BENİMLE!”



Nihayet çiftliğe varmıştık… Eve girdik ve koltuğa baktık. Bak bak bitmiyor! Öyle heybetli, maşallah! Bakmakla olmaz, taşımak lazım… Nasıl ağır, anlatamam. Altına parmak girmez, kenarında tutacak yeri yok, heyula gibi bir şey. Ulen, nasıl taşınır ki bu?

Vücudumuz muazzam bir araç, fark ettiniz mi hiç? Hele iki kişi vücutlarını birlikte çalıştırırsa hiç beklenmedik şeyler yapabiliyorlar. Babamla koltuğun iki tarafına geçtik; eğildik ve omuzlardan karşılıklı dayandık koltuğa ve koca koltuğu bir nevi aramızda sıkıştırarak “pıt” diye kaldırıverdik. Kalktı kalkmasına da arabaya taşıyana kadar kan-ter içinde bıraktı bizi.

Station Marea’nın tüm koltukları yatmıştı ve yüklenmeye hazırdı… İte kaka, oflaya puflaya yükledik koltuğu… Yüklemiş gibi yaptık demeliyim çünkü sığmamıştı. Onca yolu yap, almak için geldiğin kanepe yarı beline kadar sarksın arabadan… Durum ümitsiz görünüyordu. Bi dakka bi dakka “Yolda Kişisel Gelişim, Ders 1”i hatırla! Odağı hemen pozitife çevirdim ve o sihirli soruyu sordum.

“Şu anda, bu şartlar içinde ne yapabilirim?”
Öndeki yolcu koltuğunu torpido gözüne, sürücü koltuğunu da direksiyon simidine yapıştırdım, arabayı koltuk o pozisyondayken nasıl kullanırdım bilemiyorum ama öncelik kanepenin arabaya sığmasındaydı. Kanepe biraz daha içeri girmiş ve sanki sığacak gibi yapmıştı. Bir bölümü dışarıdaydı ve babam da ben de gafil avlanmıştık: Yanımızda koltuğu bağlayabileceğimiz bir ip yoktu.
Ne dedik: “İhtiyacım olan her şey, şu anda ve burada, benimle!”

Kuyudan çektiğimiz suyu toplayan deponun altındaki ardiyede bir ip bulduk… HAY BİN KUNDUZ! İp kısaydı. Tekrar hatırladık: “İhtiyacım olan her şey, şu anda ve burada, benimle!” Evin içinde istiflediğimiz kolileri saran ipi de aldık… Uçlarından bağladık. Şimdi ipin uzunluğu kurtarıyordu ama çok ağır olan kanepe kayarsa onu tutamayabilirdi, çünkü ipler yıpranmıştı… Ne yapılabilirdi?


Biraz MacGyver’cılık oynamanın zamanı gelmişti… 80’li yılların meşhur dizisini bilenler bilir, yanındaki sakızı çiğneyip, kibrit barutu ve yaldızlı kağıtla karıştırıp patlayıcı falan yapan bir tipti bu abi… O’na özenip kafayı çalıştırdık ve uç uca eklediğimiz ipin tamamına çatı izolasyonu için kullandığımız tutkalı sürüp serdik güneşin altına… Sertleşen tutkalın üstüne bir de koli bandıyla kapladık ipi… Şimdi isterse kopsun, ilk günkünden daha sağlam olmuştu. Koltuğu bağladık, yola çıkmaya hazırdık!

Yolda Kişisel Gelişim, Ders 9: Durmak zamanı geldiğinde… DURUN!



Babama iyi yolculuklar diledim… Ve işte kıymetli kanepeyle baş başa yollardaydık. Aslında pek baş başa denemez; kanepe resmen sırtımdaydı ve hatta boynumu da biraz eğmek zorunda kalmıştım. Mağrur kanepe bütün ihtişamıyla koca Marea’yı doldururken ben boynu bükük bir şekilde, dizlerim çenemde direksiyon başında, otomobili kullanmaya çalışıyordum… Onca yolu yapmak, koca kanepeyi arabaya yükleyene kadar canımı çıkarmak yetmemişti bir de arkaya bütün ihtişamıyla kurulmuş kanepeye tüm insani koşulların dışında şoförlük ediyordum.

Gerçekten daha rahatsız bir pozisyonda araç kullandığımı hatırlamıyorum… İnsan o pozisyonda direksiyon başında uyuyakalır mı? Bu sorunun cevabını yanından teğet geçtiğim kamyon ciyak ciyak korna çalarak beni uyandırdığında biliyordum: Evet!

Uyanmak için kafamı sallarken kanepeye çarpınca gözlerim fal taşı gibi açıldı ama ben işi garantiye almak için ilk benzin istasyonunda durmaya karar verdim. Keşan’dan 11 kilometre sonra Tekirdağ’a dönen göbekteki Kipa’nın otoparkına girip, hemen dışarıdaki kafede aldım soluğu… Bir “triple espresso” söyledim, daha berbat bir epresso içtiğimi hatırlamıyorum. Ama Shira’yla konuşmak ve iğrenç espressoyu fondiplemek beni kendime getirmişti. İçsesim ve testosteronum bana ne derse desin, durmam gerektiğini hissettiğimde duracağıma söz verdim. Yolun sonunu kazasız belasız getirebildim.

Yolda Kişisel Gelişim, Ders 10: Ne yapın edin, her fırsatta hayatınıza kutlama enerjisini katın.



Eve geldiğimde saat akşam onbire geliyordu… Shira, onu akşam yemekte yalnız bırakmış olmama rağmen koltuğu alıp geldiğim için küçük bir kutlama ayarlamıştı: Mum ışığı, yumuşak bir müzik, içecek bir şeyler... Günün bütün yorgunluğunu üstümden akıtan ılık bir duş sonrası, görevini tamamlamış olmanın huzuruyla ve sevgilimin üzerime titreyen yaklaşımının keyfini çıkardım.

Ne demiştim: Hayat güzeldi be!



Hiç yorum yok: