18 Ocak 2012 Çarşamba

Aslında biliyorsunuz…



“HİÇBİR ŞEY GÖRMÜYORUM!” diye bağırdı Duygu… Etrafında vızıldayıp duran mermileri, koşuşturan ayak seslerini, bağırışları, deli gibi yağan yağmuru; hepsini duyuyordu ama göremiyordu işte!

Diğerleriyle iletişimini sağlayan kulaklığından sakince “Sakin ol…” dedi Beyazıt, “Görkem giriyor devreye.” Sonra Görkem’e seslendi. “Görkem, Duygu’nun bulunduğu alan görüş açında mı?” Görkem’in kulaklıktan gelen metalik sesi, etraflarını saran onca arbedeye rağmen insana neredeyse huzur veriyordu: “Duygu, Tutku, Burhan ve Dilşat… Hepsini ve gördüklerini ekranlardan takip ediyorum… Sorun yok. Tamam.” Beyazıt ekibe sordu: “Takım Alfa; görüşü sınırlı başka kimse var mı? Rütbe sırasıyla cevaplayın. Tamam.”

Cevaplar pek de iç açıcı değildi:
Tutku:
“Bastığım yerin de tutunduğum dalın da farkındayım ama kör olmuş gibiyim. Nasıl bir zifiri karanlık bu be?!”
Burhan:
“Bu lanet yerdeki bütün pisliğin kokusu genzimde ama ben de bir şey görmüyorum.”
Dilşat:
“Ah! Pisliğin kokusu ha… Şanslısın moruk, ben o pisliği tattım maalesef ve bu tadı unutmak için kafamı koparmam gerekecek!.. Takım lideri Beyazıt, görüş bende de negatif. Tamam.”

Beyazıt’ın Görkem’e verdiği talimat kesindi: “Görkem Takım Alfa’nın gözü bu andan itibaren sensin. Zor olduğunu biliyorum ama hadisenin böyle gelişeceğini hepimiz tahmin ediyorduk. Tek tek herkese etraflarında olan biteni anlatıp güvenli bölgeye yönlendireceksin…”
Görkem yutkundu; “Hepsine aynı anda mı?” diyebildi… Beyazıt sertçe üsteledi: “Vaktimiz yok Görkem; hemen!”

Görkem, Beyazıt’ı ikiletmedi… Makul bir komutandı ama tersi de tersti hani… Makineli tüfek gibi konuşmaya başladı:
“Duygu, önün boş ama sağdan soldan yaklaşan çok sayıda hareket algılıyorum. Sadece beni dinle; hızlı hareket edersen seni oradan çıkarabilirim. Dediklerimi aynen yap, hazır mısın?”
Duygu:
“Dalga mı geçiyorsun? Hayatımda hiç bu kadar hazırlıksız ama bu denli istekli olmamıştım. Konuş!”
Görkem:
“Koşmaya başla, şimdi! Adımlarını say 25 adım sonra 45 derece sağına yönel Duyduklarını tanımla. Tamam.”
“Dilşat, bulunduğun yere çömel ve ben söylemeden kıpırdama… Pisliğin tadını anlatmak istersen dinlerim.”
Dilşat:
“Bir parça da sana getireyim tat istersen. Çömeldim bekliyorum tamam.”
Duygu:
“Allah kahretsin! Herifler her yerde, duyuyor musunuz? Ciddi bir saldırı planlıyorlar. Komutanım savunma birliklerini giriş kapılarına sevk etmenizi öneriyorum. Tamam”
Beyazıt:
“Anlaşıldı Duygu, birlikler yolda… Sen hemen çıkar kendini oradan!”
Görkem:
“Tutku, bulunduğun yer yüksek ve ters bir adım da tepetaklak yuvarlanabilirsin… Hemen tependen belirli aralıklarla sıralanmış dallar var… Nerdeyse simetrik. Onlara tutunarak olabildiğince hızlı ilerle, diğerine tutunmadan tuttuğun dalı bırakma.”
Tutku:
“Görmediğim bir şeye nasıl tutunacağım be?!..”
Görkem:
“Güven bana çok kolay olacak… Sağ elinle başla.”
Tutku:
“Ama…”
Görkem:
“Tutku, ŞİMDİ!”
Tutku elini karanlıkta boşluğa doğru sallar… Görkem haklıdır, dalı tutmuştur ama dal yapış yapış bir şeyle kaplıdır.
Tutku:
“Tuhaf bir sıvı var bu dallarda, bulaşıcı olabilir. Komutanım, sterilizasyon ekibini hazırlayın bu tuhaf maddeyi yuvaya getirmek istemem!”
Beyazıt:
“Anlaşıldı. Sen derhal buraya varmaya bak, ekip hazır!”
Görkem:
“Burhan en rahat senin pozisyonun, önün açık… Koku algının gücüne güven, sana en yakın girişten takip edebileceğin bir koku basıyorum şimdi…”
Burhan:
“Hmmm… Şeftali ha! Kokuyu takip ediyorum Görkem, harikasın… Yalnız buradaki leş kokusuyla kombinasyonundan sonra bir daha şeftali yiyebileceğimi sanmıyorum!”
Beyazıt:
“Ağlaşmayı yüz yüze yaparsınız kızlar… KALDIRIN ŞİMDİ KIÇINIZI!”
Duygu:
“GÖRKEM… HERİFLERİN NEFESLERİNİ ENSEMDE DUYUYORUM… 25 ADIM ve 45 DERECE SAĞ, TAMAM… ŞİMDİ NE?”
Görkem:
“Sakin ol… Koşmaya devam et, 40 adım sonra Dilşat’ın yanına varıyorsun… Dilşat hazır ol ve ben söylediğim anda kalk ve Duygu’la birlikte uzun bir atlayış yapmaya hazırlan… Düşüşünüz biraz sert olacak ama yazık ki sizi başka türlü içeri alamam!”
Dilşat:
“Düşüş mü? Ne düşüşü?..”
Görkem:
“Sen dediğimi yap yeter!.. Tutku harika gidiyorsun, sol elinle tutacağın dördüncü daldan sonra kendini yukarı çek. Ağaçların tepesine çıkmış olacaksın, sarkıttığım kancaya tutun, yukarı çekeceğim. Sterilizasyon ekibi bekliyor”
Tutku:
“Anlaşıldı.”
Beyazıt:
“Duygu çabuk ol… Savunma birlikleri birazdan orayı cehenneme çevirecekler, Dilşat’la birlikte 20 saniyeniz var.”
Duygu (nefes nefese):
“Allah kahretsin!.. Allah kahretsin!.. Allah kahretsin!..”
Görkem:
“Dilşat ayağa kalk ve 90 derece sağına dön… Birkaç saniye içinde Duygu da yanında olacak ‘Şimdi’ dediğimde ikiniz de toplamda 3 büyük adım atıp olanca gücünüzle sıçrayacaksınız.”
Dilşat:
“Allah’ım ne b.ktan iş!”
Burhan koşarken bir yere çarpar ve düşer…
Burhan:
“Hay içine tüküreyim! Neye çarptım Görkem?”
Görkem (elinde olmadan gördüğü çarpma-düşme sahnesine kıkırdar):
“Pardon be Burhan yetişemedim… Kapıdasın, açıyorum.”
Burhan önünde açılan kapıdan içeri atar kendini: “BURNUMU KIRDIM SAYENDE AMA İÇERDEYİM!.. Çok şükür Allah’ım… Çok şükür Allah’ım!”
Görkem:
“Dilşat, Duygu… ŞİMDİ!”


Dilşat ve Duygu görmedikleri arazide Görkem’e güvenip atabildiklerince büyük 3 adım atarlar ve olanca güçleriyle sıçrarlar… Düşüşleri kısa olsa da onlara saatler gibi gelir. Ayakları yere değer değmez; defalarca tekrarladıkları eğitimden alışkanlıkla hemen yuvarlanırlar ve ayaklanıp önlerinde açılan kapıdan içeri girerler.

Görkem:
“Tutku, ağaçların üstündesin. Yaktığım projektörün altından sarkıttığım kancaya tutun… Sterilizasyon işleminden sonra seni de içeri alıyoruz.”
Derin bir nefes alıp olanca gücüyle verir, gözlerini ovuşturur. Tekrar mikrofona konuşur.
“Komutan’ım görev tamamlandı. Takım Alfa yuvada!”
Beyazıt:
“Hoş geldiniz çocuklar… Alarmı kapatın, tatbikat tamamlandı. Takım Alfa gerçek bir takım gibi davrandı.”

*          *          *          *          *          *          *          *          *          *          *          *          *

“Görkem” yerine görmeyi ya da gözü,
“Tutku” yerine dokunmayı,
“Duygu” yerine duymayı veya kulağı,
“Dilşat” yerine tatmayı yahut dili ve
“Burhan” yerine de koklamayı ya da burnu koyabilirsiniz…
“Beyazıt” da bu durum da beyin oluyor.
“Savunma Birlikleri”ne antikor,
“Sterilizasyon Ekibi”ne de bağışıklık sistemi diyebiliriz.

Yukarıdaki bu tuhaf belki de biraz karikatürize hikâyeyi vücudumuz her an yaşıyor… HER AN! Bu da demektir ki; aslında takım olmanın ne demek olduğunu ta genlerimizin şifrelerinde biliyoruz. DNA’larımıza işlenmiş bu!..
Zaten bildiğimiz bu olguyu iş hayatına geçirmek için ne gerekiyor peki?


1.) Ortak hedef… Takım üyelerinin tamamının benimsediği, tutkuyla bağlandığı, stratejik adımları hesaplanmış bir ortak ülkü, olmazsa olmaz!
2.) Takım lideri… Raporlama ve bildirimlerle olan bitenin hepsinden haberdar edilecek ve takımın sorumluluğunu üstlenen tecrübeli bir lider, olmazsa olmaz!
3.) Görev tanımı… Herkesin nerede ne yapması gerektiğini adı gibi bilmesi ve kimsenin de ötekinin görev ve uzmanlık alanına müdahale etmeyeceği bir bakış açısı, olmazsa olmaz!
4.) Güven… Takım arkadaşınıza gözü kapalı güvenebilmelisiniz. Bunun için de empati ve onun arkasını kollama anlayışı, olmazsa olmaz!
5.) Sorumluluk… Herkesin üstüne düşeni eksiksiz yerine getirmesini sağlayan mesuliyet bilinci, olmazsa olmaz!
6.) Saygı… Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Kimisi kimisinden hoşlanmayabilir ve hatta bazısı ötekine sinir de olabilir. “Ben”in değil “Biz”in esas olduğunu asla akıldan çıkarmamak ve sevmesek de takım arkadaşımızın bilgi ve yeteneğine saygı duymak, olmazsa olmaz!

Tüm bunlar varsa, başlıkta da söylediğim gibi aslında bildiğiniz ve hiç düşünmeden, her an kolaylıkla tecrübe ettiğiniz bir şey “Biz olmak”; takım olmak...

Ama iş yerinde bir projeyi gerçekleştirirken ama arkadaşlarınızla tatile giderken ya da belki bir düğüne hazırlanır veya evi taşımayı organize ederken... Daima hatırlayın; hayatınızın her anında takımdaşlığın ne olduğunu tecrübe ediyor, bunu her bir hücrenizin en derininde biliyorsunuz.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

hep ben diyenin yalnızlığından tekilliğinden gelir mutsuzluk, oysa biz demenin güzelliği söylerken bile iyi hissettiriyor şimdi.